İlk defa sahuru dışarda yapacak olmanın heyecanıyla; tüm gün geceyi bekledim :) Gece pikniğine gidiyoruz yaşasııınnn nidalarıyla, çocuk kadar heyecanlıydım :) İstikamet; Sultanahmet' ti elbetteki. Piknik çantamızı, kilimimizi, minderlerimizi kapıp, eşimle düştük yola gece saat 01.00 de. Giderken fırından sıcacık pidelerimizi de aldık. Yüklendik eşyaları çıktık meydana. Eskiden olduğu kadar kalabalık değilmiş eşimin söylediğine göre. Önceden yer bulmak imkansızmış, sıkış tepiş dipdibe oturulurmuş. Şansımıza daha sakindi ve bir ağacın altına yayıldık çimlere. Gelir gelmez koyulduk valla yemeğe. Yavaaaaşş yavaş yeriz dedik şu mis gibi açık havanın tadını çıkararak. Sonrasında çay keyfi ohhh... Bunu Ramazan bitmeden tekrarlamalıyız, benim çok hoşuma gitti bu gece pikniği :)
Neyse gelelim fotoğraflara dicem ama fazla foto yok. Çünkü ışıklandırma çoktu ve flaşlı bile çeksem, karanlık ya da bulanık çıkıyordu fotolar. Artık bunlarla yetinelim...
'Dünya ahiretin tarlasıdır'. Ne ekersen onun biçersin...
Nihat Hatipoğlu' nun sahur programı yapılıyormuş Sulatanahmet' te. Biraz da durup onu dinledik.
Bu çeşmenin ihtişamı beni benden aldı. Topkapı Sarayının, ilk kapısı Bâb-ı Hümâyun’un önündeki küçük meydanda Sultan Üçüncü Ahmed Han tarafından yaptırılan muhteşem çeşme. Ben ilk kez gördüm. Zaten Sultanhmet' e de bu 2. gidişimdi.
İtalyan edebiyatçı “Edmonde Amicis” bu eserle ilgili olarak; “İnsan elinin
oyup işlemediği yer kalmamıştır. Zerâfet, sabır ve servetin
harikasıdır. Hiç şüphesiz billûr bir fânus altında korunmaya değer. Bu
eşsiz koca pırlanta ilk günü kimbilir nasıl parlıyordu. Onu bir defâ
görmek, hayâlinin ölünceye kadar hâfızadan silinmemesi için
yeterlidir...” demektedir.
( netten alıntıdır)
Ertesi akşam da sahurda Eyüp Sultandaydık. Daha doğrusu namazımızı kılıp döndük, sahurumuzu evde yaptık. Çünkü orasının kalabalığına hayretle baktım, adeta gecenin bir vakti bayram yeri gibiydi. Artık dışarlara hasırlar serip, namaz alanları yapmışlardı. Böyle sahneleri görünce; insan Müslüman bir memlekette yaşadığını anlayabiliyor ancak. Keşke her yer her zaman böyle olsa. Orasının da maneviyatı çok güzeldi. Yine ilk kez gitmenin verdiği şaşkınlıkla bakınıyordum her yere. Eyüp Sultan' ın türbesine giremedik maalesef. Gece ziyarete kapatmışlardı. Dualarımızı dışarısından ettik.
Orda hayran kaldığım şeylerden biri de asırlık çınarlardı. Öylesine heybetliydiler ki bütün avluyu sararak sanki kapalı ama açık havadar bir yerdi. Koca bir bahçenin içinden yürüyoduk resmen dularımızı ede ede. Avluda bir de küçük çeşme vardı. Zem zem niyetine içilen şifalı su. Nette resimleri var hepsinin; ama ben daha sakin bir zamanda tekrar gidip, sizler için fotoğraflamak istiyorum her bir ayrıntıyı. Maalesef ki bu gidişimizde kalabalıktan dolayı hiç foto çekemedim :(
Önceden birçok caminin minberinde yer alan sancaklar birer birer kaldırılsa da;
Alemdâr-ı Resûl'ün minberindeki sancaklara kimse dokunmamış. Bu
sancaklar, gelen ziyaretçilere Eyüp Sultan' ın mahşer günü altında toplanılacak bayrağının
hatırasını hatırlatıyor. Ancak 1730' da Patrona İsyanı sırasında, sancak-ı şerif in asillerin eline geçmemesi için saraya alınarak Hırka-i Saadet dairesine konulduğundan, günümüzde yalnız kılıfları durmaktadır.
Daha detaylı bir Eyüp Sultan ziyaretinde buluşmak dileğiyle....